‘Katmer’li sohbetlerden bir demet
amazan ayının toplumumuz için olduğu kadar kültür ve edebiyatımız için de yeri ve önemi oldukça farklıdır. Bu “mübarek” ayın hayatımıza sohbet ve lezzet kattığını söylemek mümkün. Mübarek olmasının hikmeti, iyilikleri ve güzellikleri çoğaltmasından ileri geliyor. Ramazan ayının bu atmosferini en iyi şekilde ortaya koyan bir eserden bahsetmek istiyorum.
Bugünlerde elimden düşmeyen bu kitap. Ahmet Rasim’in “Ramazan Sohbetleri”. Çok okuma ve çok yazma tutkusuyla bilinen yazar henüz Darüşşafaka’da okurken ilginç bir şekilde tanıştığı Ahmet Mithat Efendi’nin teşvikiyle basın hayatına atılır. Yazar olması için ona dil öğrenmesini nasihat eden Ahmet Mithat’ın bu nasihatını dinleyerek çok iyi Fransızca öğrenir. Besteci, güfteci, tarihçi yanıyla da bilinir. Bir “yazı makinası” gibi bıkmadan usanmadan gece gündüz yazmış, Türk edebiyatına ölümsüz eserler bırakmış. “Bu akşam gün batarken gel” ile birlikte sayıları 65’i bulan şarkıları ona aittir.
Mevzubahis ettiğimiz “Ramazan Sohbetleri” kitabının nasıl ortaya çıktığına gelince, Ahmet Rasim’in açıklamalı bibliyografisini araştırmak için yola çıkan Muzaffer Gökman, gazete ve dergilerde yazdıklarını ve hakkında yazılanları araştırmaya başlar. Yazarın elli yıla varan yazı hayatını didik didik inceler. En sonunda Tevhid-i Efkar gazetesinde üstadın bir ramazan süresince yazdığı “sohbetleri” ilgisini çeker. Buram buram din, vatan, millet, tarih kokan bu yazı serisini, bugünkü kuşağın okuyup anlayabileceği duruma getirir. Gökman, “o kutsal anlamlı yazı serisi içinde dinlenmek ve güçlenmek imkanını da” bulur.
Edebiyat ve matbuat dünyasının usta ismi Ahmet Rasim’in 1913 yılının Ramazan ayında yayınlanan hikaye ve anekdotlarla dolu yazıları oruç edebiyatı ve kültürünün ender örneklerinden birini oluşturuyor. Yazar, Balkan Savaşı döneminde yazılarıyla halka ve cephedekilere moral vermeyi amaçlamış. Kitapta yer alan bir anekdot dönemin kültürel zenginliğine de ışık tutuyor.
“Bana bir
katmer de yetişir”
Kuru fakat safi sinir bir yeniçeri çorbacısı kahvenin önüne iskemleyi atmış, geleni geçeni seyredermiş. Bakınıp dururken gözüne peçesini atmış bir civelek tesadüf eder. Zamanın deyimine pek çok benzeyen “şehlevend” duruş ve yürüyüşü eşsiz olan bu delikanlının endamından ziyade yeni tıraş olduğu için ensesinden yumuk yumuk beliren katmerler dikkatini çeker. Adeta kıskanır. Civeleği çağırır. Sorar:
“Bu ensendeki katmerleri hangi berber yapıyor?”
Civelek durur.
“Ne durursun, söylesene...”
Çorbacı büyük subay, civelek ise henüz esameye geçmemiş bir öğrenci olduğu için cevap vermekten korkar. Fakat çorbacı katmere gönül bağladığ için sıkılır. Bağırarak tehditkârâne:
“Söyle diyorum! Hangi berber?”
“Efendim... Berber değil... Allah vergisi! Vücudum!”
“Allah vergisi mi? Sana veren Allah bize de verirdi; düş önüme bakayım. O berberi bana göster!”
Zavallı civelek bu kötü tesadüfü ne ile geçiştireceğini bilemez. Düşünür, taşınır der ki:
“Söyleyeyim, Unkapanı’nda Atlama Taşı’ndaki yeşil kahvedeki berber...”
Çorbacı rahatlar. Sert ve keskin bir çalım ile, “Peki, öyleyse sen git!” der, kalkar. Doğruca civeleğin tarif ettiği dükkana gider. Selam, kelam berberi çağırır. Tıraş olurken der ki:
“Enseme de dört beş katmer yapacaksın...”
“Nasıl?”
“Enseme de dört beş katmer...”
“Yapamam!”
Hiddetle:
“Parası ile be!”
“Pek âlâ ama ben katmer yapmasını bilmem...”
“Bilmez misin?” Belindeki hançere asılır. “Sen bilemezsen bu sana bildirir”
Berber, bakar ki iş sarpa saracak, der ki:
“Yaparım, yaparım ama... dayanmalısın...”
“Ne gibi?”
Ustura kayışını göstererek:
“Yap da nasıl yaparsan yap!”
Bu konuşmadan sonra berber, peki der. Kayışı bileğine dolar. Herifin yan tarafına geçip şap! diye ensesine indirmeye başlar, hakikaten sonra ense kabarır. Şişer, çorbacının fena halde canı yanar. Bir iki indirişten sonra tahammülü kalmaz elini kaldırır, ensesine götürür, yoklar ki somun gibi şişmiş!
Başını eğerek der ki:
“Yetişir, beylerbaşı! Bana bir katmer de yetişir.”
(Ahmet Rasim, Ramazan Sohbetleri, Kapı Yayınları, 2011, 244 sayfa)