Panofsky’nin İdea’sı
Sanat tarihçisi Erwin Panofsky’nin (30 Mart 1892, Hannover - 14 Mart 1968, Princeton, New Jersey) en önemli metinlerinden biri olarak gösterilen İdea-Antik Sanat Kuramının Kavramsal Tarihine Bir Katkı başlıklı eseri geçtiğimiz günlerde Hayalperest Yayınları’nca neşredildi.
Panofsky’nin çıkış noktası çoğunlukla sanat eserlerini ve entelektüaliteyi yorumlamak için tarihsel ve felsefi fikirleri kullanmasıdır. Sanat tarihinde ikonolojinin bugün kabul görmesindeki en önemli kişilerin başında gelir. Bugün bile yazılmasının üzerinden neredeyse bir asır geçmesine rağmen İkonoloji Araştırmaları – Rönesans Sanatında İnsancıl Temalar başlıklı çalışması hem ülkemizde hem de dünyada sanat tarihi bölümünde mutlaka okunan eserler arasında yer alır.
1939’da yayınladığı “İkonografi ve İkonoloji” adlı makalesinde yöntemini kısa ve net bir şekilde anlatmıştır.
ÜÇ BAĞLAMDA SANAT TARİHİ
İkonoloji Çalışmaları›nda Panofsky, sanat tarihi anlayışını üç bağlamda aktarır:
* Birincil Bağlam-Doğal Konu: Anlamanın en temel düzeyi olan bu düzlem, eserin olduğu gibi algılanmasından oluşur. Mesela herhangi bir ressam tarafından yapılmış olan Son Akşam Yemeği tablosu bu bağlamda 13 adamın yemek yediği bir sahnenin resmidir. Bu bağlamda herhangi bir kültürel, dini gönderme aranmaz. Bu bir eserin en temel ve doğal algılanışıdır.
*İkinci Bağlam- Geleneksel Konu: Bu bağlamda olaya kültürel, dini ve ikonografik bilgi eklenir. Son akşam Yemeği tablosunu ele alırsak Batılı ir göz bunun sıradan bir yemek olmadığını, İncil’de bahsedilen olayın resmedildiğini bilecektir. Türkiye’de benim gözlemlediğim kadarıyla Batı resmine olan mesafenin temelinde bu bilginin noksanlığı yatmaktadır.
*Üçüncü Bağlam – İçsel Anlam: Bu bağlamda artık esere kişisel, teknik ve kültürel-dini tarihi hesaba katarak yaklaşım söz konusudur. Sanata münferit bir olay olarak değil, tarihsel bir çevrenin ürünü olarak bakılır. Bu bağlamda eserlere yaklaşan sanat tarihçisi bu kez, “sanatçı neden Son Akşam Yemeği’ni bu şekilde temsil etmeyi seçmiş?” gibi sorular sorabilir. Panofsky’nin önemi daha çok bu üçüncü bağlamda gizlidir diyebiliriz. Üçüncü bağlam, sanat tarihçisinin görüşünün aktaracaktır. Ve “Bütün bunlar ne anlama geliyor?” sorusunu bütün hatlarıyla cevaplayacaktır.
GÜZELE BAKIŞ
Panofsky’nin İdeası ise geç antik çağlardan on yedinci yüzyıla kadar tarihi güzeli araştırıyor. Temsili sanat felsefesi, taklit edilecek bir şeyin felsefesini içerir. Platon için bu yalnızca dış görünüşlerin dünyası değil, aynı zamanda mükemmel bir metafizik evrensel olan İdea idi. Sanatçı doğadaki nesneleri kusurlu bir şekilde taklit eder ve onlar da İdeaları taklit eder. Bilişsel gerçek (yani fikirlere uygunluk), Platon’un sistemindeki değer ve güzelliğin ölçüsüydü. Platon, genellikle resim ve heykele karşı soğuk olduğu için eleştirilirdi. Yine de, zihninin gücüne karşı koymak neredeyse imkansız olduğundan, onun Fikirler kuramı doktrini neredeyse iki bin yıl boyunca sanat kuramına egemen oldu. Ve bu da sanatın zenginleşmesine katkıda bulundu. Değeri ve anlamı metafiziksel olarak meşrulaştırdı. Sanatsal bir temsil nasıl mümkün olabilir? Sanatçının görünür kıldığı “iç fikir” nedir? Bu fikrin kaynağı nerededir? Doğayı gözlemlemenin, hayal gücünün ve kuralların oynadığı roller nelerdir? gibi spekülatif sorulara yanıt aradı Panofsky. Bu cevapları da Aristoteles, Cicero, Seneca, Plotinus gibi kişilerin fikirleriyle girdiği mücadele neticesinde geliştirdi ve ortaya çıkarttı.
Panofsky, İdeasında bütün bu tartışmaları antik çağ, Orta Çağ, “maniyerist” sanat dönemi ve 17. yüzyılın klasik hareketi bölümlerinde ortaya koyuyor. Son bölümde ise Michelangelo ve Dürer’in (ki Dürer Panofsky’nin uzmanlaştığı sanatçıların başında gelir) bakış açılarını karşılaştırılıyor. Yazarın kullandığı yaklaşım, önce genel olarak dönemin temel önermelerini tanımlamak ve ardından her büyük yazarının konuya yaklaşımını özetleyerek aktarmak ve fikrin gelişiminin önemini göstermek üzerine kurulu.
Kitabın Türkçe baskısında Uşun Tükel ve Serap Yüzgüller’in kaleme aldığı Erwin Panofsky ve “İdea” başlıklı Sunuş yazısı eseri idrak edebilmek için son derece isabetli bir metin olmuş.
Son olarak kitabın çevirisinde de bahsetmem gerekiyor. Yayıncının Notu’nda aktarıldığında göre Almanca aslından çevrilmek şartıyla yayınevine bu metnin telif hakları verilmiş. Bunun üzerine yayınevi Ahmet Cemal’le anlaşmış ama onun beklenmedik vefatı üzerine bu zorlu metni İclal Cankorel çevirmiş. Kitap ayrıca Almanca editörü Kerem Kabadayı, Yunanca-Eski Yunanca editörü Ebru Berrin Alpay ve yayınevinin editörünün titiz çalışması neticesinde ortaya çıkmış.
Kitabı okurken zorlandığım bir hususu belirtmem gerekiyor. Yunanca metinlerin hemen sayfanın altında dipnot olarak açıklamasının verilmiş olması okumayı kolaylaştırıyor(Normal notlar kitabın sonunda yer alıyor) lakin aynı kelimenin aynı sayfada olsa bile tekrarında tekrar aynı dipnota gönderme yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’deki üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulacağını düşündüğüm bu eseri son derece titiz bir şekilde yayına hazırlayan yayınevine tekrar teşekkür etmek gerektiğini düşünüyorum.