BİR ASIRLIK CUMHURİYETİMİZİN DESTANSI KURULUŞ ÖYKÜSÜ BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN
Osmanlıda yenileşme hareketleri oldu ancak Meşrutiyetin daha ilerisine gidilmedi veya talep edilmedi. Osmanlı Devleti, 1876–1878 ve 1908–1918 yılları arasında meşruti monarşi ile yönetildi. Erzurum Kongresi‘nin ardından 23 Temmuz 1919 tarihinde yayımlanan bildirinin 3. maddesindeki “Ulusal Kuvvetleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır” kararı bu anlayışın bir ifadesidir.
Ulusal iradeyi somut olarak gösterecek meclis, İstanbul’un işgal edilip Mebusan Meclisi’nin dağıtılması üzerine, “Büyük Millet Meclisi” adıyla 23 Nisan 1920‘de Ankara’da toplandı. Olağanüstü yetkilerle donatılmış 390 kişilik meclisin başkanı (Mustafa Kemal) aynı zamanda hükûmet ve devlet başkanı olarak adlandırılmıştı.
17 Ekim 1922 tarihli bir telgraf ile İstanbul Hükumeti’nden Sadrazam Tevfik Paşa barış konferansında ortak bir tavır belirlemek amacıyla Mustafa Kemal’e başvurdu. 20 Ekim tarihli, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına hitap eden ikinci bir telgrafta Tevfik Paşa Babıali ile Büyük Millet Meclisi arasında amaç bakımından tam bir birlik olduğunu, Sevr Antlaşmasını iptal ettirmek ve işgalin sonuçlarını ortadan kaldırmak için beraberce mücadele edildiğini belirterek ulusal birliğin önemini vurgulamış ve vatan uğruna kişisel hırslardan vazgeçilmesi gerektiğini belirtmiştir.
28 Ekim 1922‘de İtilaf Devletleri İsviçre’nin Lozan kentinde toplanacak olan konferansa İstanbul ve Ankara hükûmetlerini resmen davet etmiştir. Bunun üzerine iki gün sonra toplanan TBMM, İstanbul hükûmetinin tasfiyesine yönelik karar tasarısını görüşmüşse de aynı gün sonuç alamamış, ancak 1 Kasım tarihli toplantıda Mustafa Kemal’in sert müdahalesi üzerine saltanatın kaldırılmasına karar vermiştir.
Mustafa Kemal’in ifadesine göre milletvekillerinin birçoğu saltanatın kaldırılması kararına karşı çıkmışlardır. Bakanlar kurulu başkanı Rauf Bey (Orbay) başta karşı çıktığı karara 29 Ekim’de Mustafa Kemal ile görüştükten sonra taraftar olmuştur. Buna karşılık liberal görüşleriyle tanınan Mersin vekili Selahattin Bey (Köseoğlu) sonuna kadar karara muhalif kalmıştır. Oylama sırasında bağrışarak açık oy ve sayım isteyen milletvekillerine rağmen sayım yapılmamış ve kararın oy birliği ile alındığı ilan edilmiştir.
Hıyanet-i Vataniye Kanunu‘nda 15 Nisan 1923’te yapılan bir değişiklikle, saltanatın lağvına dair kararnameye karşı sözle ve basın yoluyla muhalefet etmek vatan hainliği kapsamına alınmış ve idamla cezalandırılmıştır.
Kararnamenin ilanından sonra Sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında 4 Kasım günü son toplantısını yapan Osmanlı hükümeti istifasını padişaha sunmuştur. 5 Kasım’da Ankara hükumetinin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa (Bele) tüm bakanlık müsteşarlarını Divanyolu’ndaki Şark Mahfilinde toplayarak her türlü faaliyete son vermelerini tebliğ etmiştir. 7 Kasım’da Babıali’deki başbakanlık dairesi resmen boşaltılmış ve Osmanlı Devleti’nin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekayi’nin yayınına son verilmiştir.
Meclisin 20 Ocak 1921’de kabul ettiği ve bir anayasa niteliğinde olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasa ile egemenliğin Türk ulusuna ait olduğu ilan edildi. Saltanat hükûmetinin kendini halâ Türk ulusunun temsilcisi saymasına karşı bir tepki olarak Meclis, 1 Kasım 1922‘de aldığı kararla saltanatı kaldırdı. Birinci meclisin seçimin yenilenmesine karar vererek 1 Nisan 1923‘te dağılmasından sonra yeni meclis toplanıncaya kadar Mustafa Kemal’in direktifi ile yeni bir anayasa tasarısı hazırlıkları başlamıştır.
Cumhuriyet Eğitimde ve yönetimde tüm vatandaşlara fırsat eşitliği tanınmasıdır
Türkiye Cumhuriyeti başlattığı eğitim seferberliği ile bir yandan eğitimli insan sayısını artırırken diğer yandan parasız yatılı okulları, Köy Enstitüleri ve Halkevleri ile eğitimi büyük kentlerde oturanların ve parası olanların elde edebildiği bir hak olmaktan çıkarmış, ülkenin her yerinde yoksul insanların da bu haktan yararlanmasını sağlamıştır. Cumhuriyet kurulduğunda nüfusun yüzde 13’ü okuryazardı. Kadınlar bu okuryazar nüfusun sadece yüzde 3’ünü oluşturuyordu. Atatürk daha ulusal kurtuluş mücadelesi sürerken 21 Temmuz 1921’de Ankara’da Maarif Kongresi toplayarak eğitime verdiği önemi göstermişti.
3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Yasası kabul edilirken Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti kaldırılmış, aynı yıl ilkokullarda, 1927’de ise ortaöğretimde karma eğitime geçilmiştir. Ortaöğretimde öğrenci sayısı 1923-1928 yılları arasında yüzde 1.4, lisede okuyan öğrenci sayısı ise yüzde 2 oranında artış göstermiştir.
1929-1930 ders yılı başında Arapça ve Farsça dersleri kaldırılarak yerine Fransızca, İngilizce ve Almanca dersleri konmuştur. 1929 yılında çıkarılan yasa ile teknik alanda mühendis, yabancı dil, tarih, coğrafya, matematik, resim, müzik, beden eğitimi alanlarında öğretmen yetiştirilmesi amacıyla çok sayıda öğrenci Avrupa ülkelerine gönderilmiştir. Bu öğrencilerin eğitimlerine tamamlayıp dönmesiyle üniversitelerde yok denecek kadar az olan öğretim üyesi sayısı hızla artmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk yirmi yıl içinde çok sayıda fakülte, yüksekokul ve konservatuvar açılmıştır. Bu okullardan yetişen yoksul, köylü çocukları, mühendis, doktor, kaymakam, öğretmen, milletvekili, başbakan, cumhurbaşkanı, subay, ressam, müzisyen, tiyatro oyuncusu olma şansına kavuşmuştur.
Mevcut anayasa, ulusal iradenin Türk ulusuna ait olduğunu, bu iradeyi ulus adına temsil yetkisinin Meclis’e tanındığını onaylamıştı ancak devletin yönetim şeklini ve başkentini ilan etmemişti. Yeni anayasa tasarısı hazırlıkları sırasında Mustafa Kemal, çevresindekilerle Cumhuriyetin ilanı ile ilgili görüşmeler yapmıştır.
Mustafa Kemal’in Wieber Neue Freie Presse muhabirine 22 Eylül 1923’te verdiği ve Türkçe bir özeti ilk defa İkdam gazetesinde yayımlanan demeçte, muhabirin sorusu üzerine ilk defa cumhuriyet kelimesini açıkça ortaya atması ülkede ve yurtdışında büyük yankı uyandırdı.
Ekim 1923’de İsmet Paşa ve bir grup meb’us Ankara’nın Hükümet merkezi olarak kabul edilmesi yolunda bir kanun teklifi verdi. 13 Ekim 1923’te TBMM’de kabul edilen tek maddelik yasa ile Ankara, devletin başkenti oldu. Devlet merkezinin İstanbul olacağı yolundaki çekişmelere son veren bu yasa ile Cumhuriyetin ilanı için de bir adım atılmış oldu.
1 Kasım 1922’den itibaren artık saltanatın olmadığı ülke, meclis hükûmeti tarafından yönetilmekteydi.
Cumhuriyet Çağdaş düşünebilen özgür bireylerin yaratılmasıdır
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim alanındaki ikiliğe son verilmiş, medreseler kaldırılarak Ortaçağ kökenli eğitim anlayışına son verilmiş, laik ve çağdaş bir eğitim sistemine geçilmiştir.
“Efendiler, yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz”
27 Ekim 1923‘te Vekiller Heyeti’nin istifası TBMM’de okunduktan sonra, yeni bir vekiller heyeti kurma yolunda çalışmalar başladı. Muhalefetin yeni hükûmet kurma çabasında bir sonuç alınamadı. 28 Ekim’de Çankaya Köşkü’ndeki akşam yemeğinde İsmet Paşa, Fethi Bey, Kazım Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa, Rize mebusu Fuat ve Afyon mebusu Ruşen Eşref Bey’i misafir olarak ağırlayan Mustafa Kemal Paşa, kabine bunalımından çıkma yolu üzerine görüştü ve misafirlerine “Efendiler, yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz” dedi. Yemekten sonra Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa birlikte kanun tasarısını hazırladı.
Cumhuriyet Kadınların önce padişahın sonra da erkeklerin kulu olmaktan çıkmasıdır
Türk Medeni Kanunu ile kadınlar, boşanma, erkeklerle eşit ölçüde miras edinme ve istedikleri işte çalışabilme hakkını elde etmiş, resmi nikâh zorunluluğu ve tek eşle evlilik esasının getirilmesi ile ailede erkekle eşit konuma gelmiştir. Medeni Kanun’un en önemli kazanımlarından birisi de resmi nikâh zorunluluğu sayesinde nikâhları yasal güvence ile korunmuş, erkeklerin keyfiyetine göre boşanmalarına yasal engel getirilmiştir.
Cumhuriyet Ulusal bağımsızlığın ekonomik bağımsızlıkla perçinlenmesidir
Cumhuriyeti kuran kadro ekonomik bağımsızlık olmadan ulus olarak bağımsızlığın sürdürülemez olduğunun bilincindeydi. Osmanlı’da sanayi ya askerin ya da sarayın ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulmuş tesislerden ibaretti. Geri kalan sanayi tesisleri yabancıların elindeydi. Osmanlı sanayileşmenin bilincine vardığında ise karşısında yabancılara verilen imtiyazlar ve dış borç engeline takılıyordu. Koca imparatorluğun Avrupa’nın ucuz hammadde kaynağı işlevi görmekten öte ekonomik bir değeri yoktu.
Atatürk ve arkadaşları, ekonomik bağımsızlığın önkoşulunun üretmek ve sanayileşmek olduğunun bilinciyle 17 Şubat’ta 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi’ni toplayarak yeni devletin ekonomi politikalarını belirledi. Lozan Antlaşması ile kapitülasyonlardan kurtulan Türkiye, Düyun-u Umumiye borçlarını öderken hızla sanayileşme hamlesine başladı. Bir Merkez Bankası bile olmayan devlette özel sektör teşvik edilirken özel sektörün sermayesinin yetmeyeceği alanlara devlet yatırım yaptı.
Sanayiyi İstanbul ve Marmara bölgesi dışında bütün Anadolu’ya yaydı. Önce kamu adına bu yatırımları yapacak ve özel sektöre kredi verecek bankalar kuruldu. Sümerbank ve İş Bankası bir taraftan özel sektöre kredi verirken diğer yandan ekonominin bugün bile can damarı olan sanayi tesislerini kurdular. Cumhuriyeti kuran kadro millileştirme hamlesini de eşzamanlı olarak başlattı ve yabancıların elindeki işletmeleri satın aldı.
Ülke bir uçtan bir uca, fabrikalar, demiryolları, limanlar, maden ocakları ile donatıldı. Merkez Bankası, Maden Tetkik Arama Enstitüsü, Sümerbank, Etibank, Kayseri Uçak Fabrikası, Şişe Cam Fabrikaları, madencilik şirketleri, Karabük Demir Çelik, SEKA, Porselen Fabrikası, Azot Sanayi, Sümerbank Bez ve ayakkabı fabrikaları, Nazilli Basma, Alpullu, Eskişehir ve Uşak Şeker Fabrikaları, Elektrik İşleri Etüd Merkezi ilk akla gelenler… Üstelik tüm dünyayı saran 1929 BUHRANI yaşanırken
Cumhuriyet Kulluktan yurttaşlığa geçişin adıdır
Cumhuriyetten önce her birey Osmanlı hanedanının kulu ve bu kulların oluşturduğu topluluğa da tebaa denirdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve saltanatın kaldırılmasıyla kul olarak tanımlanan bireyler, yasalarla belirlenmiş hak ve özgürlüklere sahip yurttaşlık hüviyetini kazanırken tebaanın yerini de millet ve ulus kavramı almıştır. Saltanatın kaldırılması ve anayasaya “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi konularak teokratik rejimden, halkın iradesine dayanan yönetim biçimine geçilmiştir.
“29 Ekim 1923 tarih ve 364 sayılı Teşkilât-ı Esasîye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun” ile 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun altı maddesinde (1, 2, 4, 10, 11 ve 12. maddeler) değişiklik yapılmış; birinci maddesi şu şekilde değiştirilmiştir:
“Hâkimiyet, bilâkaydü şart Milletindir. İdare usûlü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare Halk Fırkası Grubunun toplantısından hemen sonra meclis toplantısı açıldı. Meclis başka konularla meşgul okurken, teklif edilen kanun tasarısı Kanun-ı Esasî Encümeni tarafından usulen incelenip tutanağı hazırlandı.
Cumhuriyet Ümmetçilikten ulus anlayışına geçiştir
Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olarak görülen Halifeliğin kaldırılması, Tekke ve Zaviyelerle birlikte dini unvanların yasaklanması ve 1937 yılında anayasaya laiklik ilkesinin girmesi sonucunda din ve devlet işleri birbirinden ayrılmış, ümmetçilikten ulus anlayışına geçilmiştir.
Kanun, birçok konuşmacının “Yaşasın Cumhuriyet!” sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla kabul edildi. Ardından cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. 158 üyenin oybirliği ile Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal cumhurbaşkanı seçildi. 29 Ekim 1923’te TBMM, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası)’nda yaptığı değişiklikle, devletin yönetim biçimini cumhuriyet olarak ilan etmiştir. Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti, Cumhuriyettir”.RESMEN İLAN EDİLDİ Aynı gece bu ilan, atılan 101 pare top ile kutlanmıştır. 1924 yılında ise cumhuriyetin ilanı şenliklerle kutlanmıştır.
Cumhuriyette din ve devlet işleri birbirinden ayrılır devlet LAİK tir.
Laiklik ilkesi Cumhuriyetin temel taşını oluşturmakta, hukukun üstünlüğü ilkesi, gücünü laiklikten almış ve Türk Devrimi laiklik ilkesi ile anlam kazanmıştır. Laiklik ilkesinin yaşama geçmesi ile fikri hür, vicdanı hür bireylerin yetişmesi için zemin hazırlanmıştır.
2 Şubat 1925’te, Hariciye Vekaleti’nce (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim’in bayram olması önerilmiştir. Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelenmiş ve 18 Nisan’da karara bağlanmıştır. 19 Nisan’da ise teklif TBMM tarafından kabul edilmiştir.
CumhuriyetKadınların seçme ve seçilme hakkına kavuşmasıdır
Vergi almak için bile olsa küçük ve büyükbaş hayvanların bile sayımını yapıp kayda geçiren Osmanlı, kadınları nüfus sayımında kayda almazken Türkiye Cumhuriyeti kadınlara 1930 yılında yerel düzeyde tanıdığı seçme ve seçilme hakkını, 5 Aralık 1934’te ulusal düzeyde kabul etmiştir. Bu sayede Türk kadını Fransa, İtalya, Belçika ve İsviçre gibi Batılı ülkelerin kadınlarından 16 yıl önce seçme ve seçilme hakkına kavuştu. 1935 yılında yapılan iki dereceli seçimlerde TBMM’ye 18 kadın milletvekili girebilmiştir.
Cumhuriyeti kuran kadrolar, Osmanlının çöküş döneminden edindiği deneyimle, savunulabilir sınırlar öngörmüş, Misakı Milli’yi panislamist, panturanist ya da Osmanlıcı dış politika anlayışına karşı gerçekçi, ölçülü ve barışçı bir dış politika anlayışı geliştirmiştir.Büyük önder Atatürkün ‘’YURTTA SULH CİHANDA SULH’’ temel ilkesi cumhuriyetin temel taşlarından biridir.
628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, 1925’ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde bayram olarak kutlanmaya başlamıştır…YÜCE TÜRK MİLLETİ 100.Yılını dolduran 1 asırlık Cumhuriyetimizin kuruluş bayramınızı kutlar nice yüz yıllara sağlık mutluluk huzur ve refah içerisinde ulaşmamızı dileriz.