10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE (19)
“Anılara yol var mı?
Anılar zamanı taşırlar mı?
Yoksa onlarda gün gelir,
biz faniler gibi unutulurlar mı?”
Zaman, artık benim için farklı bir kulvarda geçecekti!
Askeri okulun disiplini ile birleşen yatılı okul hayatım, çocukluğumu bir anda elimden almış! Ama daha da önemlisi aile hayatım, ailemle birlikte geçirdiğim o güzel yıllar, bir anda hayatımdan çıkıp gidivermişti!
Artık büyük bir kışlanın upuzun koridorları arasında, aynı hasretleri yaşayan binlerce öğrenci ile birlikte koşuşturup duruyordum!
Bazen öğrenim gördüğümüz sınıflarımızın üç kişilik sıraları arasında, bazen o uçsuz bucaksız, soğuk kat koridorlarında ama çoğu kez yemekhanelerimize giderken o bitmek tükenmek bilmeyen koşu yollarımızda…
'Selimiye Askeri Orta Okulunda' başlayan askerlik yaşamımın aklımda, hayalimde bıraktığı en unutulmaz anım; çarşamba günleri anneciğimin beni ziyarete geldiği o hasret giderme dakikaları içerinde yaşadığım duygulardı.
Anneciğimin veli ziyareti olarak müsaade edilen haftanın her Çarşamba gününde beraberinde getirdiği kurabiyeler, kekler, börekler, zeytinyağlı dolmalar, sadece beni değil; aileleri Anadolu'da yaşayan diğer arkadaşlarımı da çok sevindiriyordu. Çünkü anneciğimin beraberinde getirdiği tüm yiyecekleri onlarla paylaşıyordum…
Benim gibi aileleri İstanbul'da yaşayan tüm öğrenciler, hafta sonlarını iple çekerdik! Zira her cumartesi öğlen yemeğinden sonra başlayıp, Pazar akşamına kadar sürecek olan evci iznimiz başlar ve bu izne çıkanlar haftanın 1,5 gününü ailelerimiz ile birlikte geçirirdik…
İstanbul'da geçen askeri ortaokul ve askeri lise yıllarım, hep bu hafta sonu evci izinlerimi beklemekle geçti!
Öğrenim sürecimde geçen her bir yılımın 52 haftasının, 12'si hariç! Çünkü her yılın 12 haftası, yani 3 ayı; yılsonunda ailelerimizin yanında geçen yaz tatili süresiydi, İstanbul'da geçen askeri öğrencilik hayatımın 6 yılı boyunca, her yılın 40 haftasında; hep cumartesi günlerinin öğleden sonrasında, aileme kavuşmanın hayalini ve onlarla geçireceğim 1,5 günün sıcaklığını bekledim…
Çocukluğumun ve gençlik yıllarımın, bu sevgi hasreti ile geçişi, yaşadığım yatılı askeri okul hayatımın disiplini; anne ve baba sevgisinden yeteri kadar faydalanamayışım, aile ortamından, o doyumsuz sıcaklığından uzakta geçen o soğuk, yalnız ve sevgiye muhtaç yıllar, üzerimde onarılmaz acılar yaratmıştı..!
Hiç şüphem yoktur ki! Öğrenimlerini yatılı okulda okuyan, ya da ailesinden uzak diyarlarda, anne ve baba sevgisinden uzakta okumak, çalışmak zorunda kalan tüm çocuklar benim hissettiğim duygular içerisinde büyümek zorunda kalmışlardır…
Aslında bu hayatı ben tercih etmemiştim! İlkokulu bitirir, bitirmez 11 yaşımdan itibaren böyle bir hayat yaşayacağımı nereden bilebilirdim?
Tıpkı rahmetli annemle, babamın "bizim oğlumuz paşa olacak…"Tahmininde yanıldıkları gibi…
Ülkemizin bu döneminin koşulları, henüz kalkınmakta olduğumuz bu yılların içerisinde yaşanan eğitim ve öğretim yıllarının yoklukları da bu yaşam şartlarımıza eklenince; bizler hakikaten bu küçücük yaşlarımızda çok zor şartları omuzlamış ve hayata bu zor şartları taşıyarak hazırlanmıştık…
Zaman; insanlara yaşayacağı hayatı sunarken, her daim şanslı bir yaşam kesiti de sunmuyordu ki!
İşte tam bu noktada, çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği ve hala yaşadığım bu dünya mirası şehre;
'Aziz İstanbul'a' başka bir perspektiften bakmak istiyorum:
Nüfusu şu anda neredeyse 17 Milyona ulaşan İstanbul; benim çocukluk yıllarımda topu, topu 500-600 bin kişi kadardı…
Bu dünya mirası şehirde yaşayan hemen, hemen herkesin soy kökeni Anadolu'ya, oradan da ya Balkanlara, ya Kafkaslara, ya da Orta Doğu ülkelerine bağlıdır.
Ama çoğunluğu da Osmanlı'nın hüküm sürdüğü 3 kıtadan İstanbul'a göçle gelenlere kadar uzanır…
Devamı yarın